ÜÇ: NE OLABİLİRDİ?

“Büyük Buhran” tam da Kapitalizm ’in göbeğinde patladı! Tarihe: “Kara Perşembe” olarak geçen 24 Ekim 1929’da, New York Borsası bir günde %12,8 değer kaybetti. O gün bugünden daha değerli olan 4,2 Milyar Amerikan Doları, kaynayarak buhar oldu. Binlerce şirket ve banka battı…

 

 

Ekonomik kriz bir anda oluşmadığı gibi, bir anda da bitmedi. Otuzlu yıllar boyunca başta ABD olmak üzere Almanya, Birleşik Krallık gibi sanayileşmiş ülkeleri kasıp kavurdu. Hatta Türkiye gibi ihracatı tarım ürünlerine dayanan ülkeleri de, talebin azalmasına bağlı fiyatlardaki ani düşüş derinden etkiledi. O güne kadar bir eşi görülmeyen iktisadi buhran, bütün dünyayı teslim aldı…

 

 

 

Krizin sebebi, kabaca, gayrimenkul fiyatlarındaki aşırı yükselme ve bankacılık sektöründeki denetimsizlik olarak bilinmekte. Mutlaka daha uzun ve ayrıntılı sebepleri vardır ya, konu iktisat tarihçilerinin işi. Uzun uzun tartışmışlar elbette… Bizi, neticeleri daha fazla alakadar ediyor. Milyonlarca evsiz ve işsiz, dipsiz bir sefalet ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen kaos…

 

 

 

Mağrur ama mutsuz Amerikan halkı, krizin faturasını, dönemin Başkanı olan Herbet C. Hoover yönetimine kesti. Genel kabule göre de, iktidarın ekonomik sahadaki tecrübesizliği, krizi hazırlayan etkenlerden biriydi. Yumurtalar aynı sepete konmuştu! İki yüz şirket ekonominin yüzde ellisini elinde bulunduruyordu. Bankaları denetleyen bir mekanizma yoktu. Diledikleri gibi kredi dağıttılar. Geri dönüşlerde ciddi sorunlar ortaya çıktı. Finans sistemi çöktü. Hoover yönetimi katı bir liberalizmde diretti ve ekonomiye müdahaleyi reddetti.

 

 

 

Netice bir felakete dönüştü. Bunalan halk krizin zirveye çıktığı 1933 seçimlerinde Başkanlık koltuğuna Franklin D. Roosevelt’i oturttu. Yeni Dünya’nın ilk defa bozguna uğrayan yurttaşları, bir ümidin sarhoşluğuna bıraktılar kendilerini…

 

 

 

Peki, ne oldu? İşte bu kadar yazının hülasası, tam da bu noktada. Zira; İnsan bazen, koca bir ömür yaşar, bir tek gün görmek için… Bazen de yığınla cümle kurar, bir tek söz söylemek için…

 

 

 

İktisadi enkaz devralan Başkan ve ekibi, Yeni Düzen (New Deal) denilen bir programı yürürlüğe koydu. Hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’da yeterli çoğunluğu bulunan Demokrat Parti, radikal düzenlemelere girişti. Ulusal Sınai Kalkınma Yasası kabul edildi. Ne var ki yasa, Yüksek Mahkeme’nin önüne taşındı. Mahkeme, ilk bölümün Anayasaya aykırı olduğuna hükmetti. Arkasından çıkarılan bir takım yasalar, yine Yüksek Mahkeme engeline takıldı. Yüksek Mahkeme iptal kararlarının gerekçesinde, hukuk tarihine geçecek bir tespitte bulunuyordu: “Olağanüstü şartlar olağanüstü çareler gerektirebilir. Fakat olağanüstü şartlar anayasal bir güç oluşturmaz ya da onu genişletemez!”

 

 

 

Nasıl bir ağır buhran yakanıza yapışırsa yapışsın ve sizden bunu gerekçe göstererek nasıl bir “süper kahraman” yetki isterse istesin, şayet her durumda demokrasi, hukuk ve özgürlükleri savunan bir sistem kurmuşsanız, neticede hüsrana uğramazsınız!

 

 

 

Böyle işleyen bir siyasi, iktisadi ve içtimai sistemin, süper kahramanlara da ihtiyacı yoktur zaten. Yüksek Mahkeme, şüphesiz zaaf ve kusurları ile insanlardan oluşuyordu. Tek başlarına iktidarı elinde bulunduran Roosevelt’e karşı durabilecek mistik, olağanüstü güçleri de yoktu. Nasıl direnebildiler peki? Anlatalım:

 

 

 

Amerikan ekonomisini şaha kaldırmak, yani beka sorunun çözmek için çıkardığı bir takım yasalar Yüksek Mahkeme denetimine takılınca, bütün muktedirler gibi Roosevelt de köpürdü… Demeçlerinde Mahkeme’nin yetkilerini aştığını, siyasi kararlar aldığını vurguladı. Çok geçmeden bir karşı hamle ile 70 yaşını dolduran Federal Yargıçların emekliğini önerdi. Böylelikle yaşları dolan altı yargıcı emekliye ayırıp, yerine istediği üyeleri atayınca, mahkeme denilen ayak bağından kurtulacaktı!

 

 

 

 

Gel gör ki yapılan kamuoyu yoklamalarında, halkın sadece yüzde kırkı böyle bir düzenlemeyi benimsiyordu. Engellenen yasalara taraftar olanlar dahi, Yüksek Mahkeme’nin gücünü zayıflatma girişimine karşı çıkıyordu. Ve sıkı durun! Bu yasayı Temsilciler Meclisi ve Senato’dan geçirmek isteyen Roosevelt, hayal kırıklığına uğradı. Üstelik çoğunluk her iki mecliste kendi partisine aitti. Amerikan Halkı’nın temsilcileri, oy aldığı seçmenler gibi düşünerek bu girişimi, yani, “Anayasal ilkelerden vazgeçilmesini” rejimleri için tehlikeli buldu. Senatör ve kongre üyeleri, yargı kurumuna böyle bir müdahalenin hem kendi bağımsızlıklarına, hem de sistemi güvence altına alan güçler dengesine zarar vereceğini anladılar…

 

 

 

ABD bunun için halen en güçlüdür ve Dünya’nın geri kalanı için görülmesi arzu edilen tatlı bir rüyadır. Ve rüyalarla avunmak yerine, emsalleri anlamak gerekir...

Etiketler : AV. UĞUR ALKUŞ
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.