Bir garip...

“… Vaziyetimin kötülüğüne bir misal daha vereyim: Burada fena halde yağmurlar başladı. Tam bir kış havası. Buna rağmen benim değil pardösüm, ceketim bile yok. Yağmur altında dün gömlekle dolaştım. Üşüdüğümden çok, utanıyorum…”          

 

Perişan halini, dostuna, sevdiğine mektupla bildirir. Kimseye el açmadan, yardım dilemeden. Sadece dostuna açar gönlünü… bir gömlekle soğukta dolaşıp, üşüdüğünü değil utancını dile getirmek ne demektir? Kimdir bu acınası sefaletin maliki?

 

Yok yok! Tedirgin olmayın… Yeni değil bu mektup. Her şeyin kötü olduğu eski zamanlardan. Şimdi âlimlerin, sanatkârların, mütefekkirlerin hali vakti yerinde çok şükür! Karınları tok, sırtları pek maşallah. İtibarlıdırlar… Eserleri için kimse sığaya çekmez onları... Yargılamaz, hapse atmaz… Dövülmez, sövülmez, ötekileştirilmez artık…

 

O zamanlar ise yarı aç yarı tok gezermiş bu garipler. Ne cemiyet kucak açmış onlara, ne devlet başlarını okşamış. Bir partinin bilmem ne müşaviri olup da kapısının önünde üç beş lüks otomobil dizen bir züppe kadar itibarları yokmuş. Ciğer pareleri, beş altı yerden ballı maaş alırmış. Hiç uğramadıkları toplantılardan huzur hakkı yatarmış hesaplarına… On paralık ihaleyi yüz paraya alan semiz patronlar, iktidara ve kendilerine secde etmedikleri için yüz vermezmiş onlara… Kafasını kaldıranı vatan haini diye yaftalarmış muktedirler. Birçoğu zindanda, sürgünde geçirmiş ömürlerini… Her şeye rağmen ümidini kaybetmeyenlerin kaderleri elinde kalmış çoğu zaman. Bir vebalı gibi yaşamışlar tecritte…

 

Muhatabı olmayanlar bu satırlardan müteessir, gözleri dolar, bilirim. Bir ülkenin bu dehalar sayesinde zengin, bir milletin bu zekâlar sayesinde kudretli olduğunu bilirler.  Mücrim gibi istikballerine baktıkça titrerler… Ağlasalar seslerini duyan olmaz… Gözyaşlarına dokunan da…  Ne çare! Ellerinden fazlası da gelmez…

Asıl muhatabı olanların, o kaba ve çirkin hallerini hayal ederim. Kim ulan bu dangalak, derler. Becerip kendine bir palto alamayan, karnını doyurmaktan aciz aptalın biridir mutlaka!. Bırakın bok çukurunda gebersin, derler. Lüzumu yoktur böylelerinin bu topluma!

 

Talih, nobran haysiyet cellatlarını doğrular ve haklı çıkarır daima. Ankara’da kanalizasyon çukuruna düşer, bir Sonbahar akşamı. Çıkarıldıktan sonra, kız kardeşinin evinde: “Ölsek, bok çukurunda nalları dikti diyeceklerdi az daha…” diye şakalaşır. Kurtulduğunu düşünür garibim… Hâlbuki beyin kanaması geçirmektedir. İstanbul’a, o gözlerini kapayarak dinlediği ve mest olduğu şehre döner. İki gün sonra fenalaşarak hastanede can verir. Daha gencecik, 36 yaşında… Kendi gider mısralar kalır yadigâr… Yazık olur Süleyman Efendi’ye…

 

Bu satırların yazarı da muhakkak, parası çok ama onur fakiri muhataplarından nasibini alır. Ya bu hadsiz kim, aklı sıra bize laf sokuşturuyor? Ederin ne ulan senin? diye sorarlar, onu da bilirim. Doğrudur… Devlet kazanına kepçeyi daldıramadık hiç! Bizim nasibimiz de garipler kadar! Lakin… hiçbir zaman ederim, bir dolar olmadı sizin kadar!

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.