Hikâye 1927-1930 yılları arasında Erzurum’un Belediye Reisi Zakir Bey’e atfedilir. Şehirde o dönem adeta bir gelenek haline gelmiş bir uygulama yapılırmış.
Ankara’dan Erzurum’a gelen Devlet Büyükleri, şehrin batı girişi olan İstanbul Kapı ’da karşılanırmış. Devlet erkânı, eşraf, ahali burada toplanır, yapılan nümayişlerle gelene verilen kıymet abartılı bir biçimde sergilenirmiş. Yine bir gün şehre yeni bir vali atandığının ve şu gün Erzurum’da olacağının haberi alınır.
Hemen hazırlıklar başlar. Kaymakamlardan Belediye Başkanına, okul müdürlerine haber verilir “şu gün şu saatte İstanbul Kapı ‘da devlet büyüğü karşılanacaktır, hazır bulunulması” diye. Davul zurna çalacaklar, bar oynayacak gençler, çiçek verecek çocuklar başlarlar provalara. Nihayetinde Valinin şehre varacağı gün gelip çatmıştır. Sabahın erken saatlerinde heyet İstanbul Kapı ‘da yerlerini alır.
Eşraftan biri, “ Ben bu valinin namını çok duydum. Devletlûyu burada karşılamak onun şanına uymaz, biraz daha ileriye gidelim.” der. Eşrafın bu talebi hiç itirazsız kabul edilir, faytonlara binilir ve Gez köy mevkiine gelinir.
Burada yeniden düzen alınır. Bu sırada bir başka eşraf, “ Yahu buraya kadar geldik, madem devletlû büyük adam, Ilıca’ya ne kaldı ki gidip orada karşılayalım.” der. Kalabalık “ Tabi canım, madem buraya kadar geldik, Ilıca’ya bir şey kalmadı.” diyerek sürerler atları Ilıca’ya.
Buraya gelindiğinde bir başkası, “ İçime hiç sinmedi, Aşkale’ye mi gitsek?” diye sorduğunda düzen alınmadan Aşkale’ye yolculuk başlar.
Durumdan rahatsız olan ancak bu rahatsızlığını yanlış anlaşılırım diye ifade etmeyen Belediye Reisi Zakir Bey’de heyetin içindedir. Aşkale’ye gelindiğinde riyakârlıkta hiçbir ahlaki ölçü tanımayan biri “Burada olmadı diye söze başlayınca”, Zakir Bey patlar. “ Oldu olacak, mademki riyakârlığın menzili yok. Öyle ise sürün atları Erzincan’a.” der.
Nereden mi geldi bu hikâye aklıma, son günlerde Erzurum gündemini işgal eden konulara bakarsanız anlarsınız. Anlamak için arif olmaya gerek yok.