NİETZSCHE VE ATAKAN

Bir reklamcı: “Herkes bir gün on beş dakikalığına şöhret olacak” demişti. Sosyal Medya’yı kastetmiş olacak herhalde. Dün sıradan bir hayatın sıradan insanlarının, bugün birden geniş kitlelerin tanıdığı bir şöhret olması an meselesi. Tıpkı henüz on yaşındaki Atakan (Kayalar) gibi…

            

Herhalde bir kitapseverin,  kitapçıdayken boyundan büyük kitapları alıp kurcalayan bu minik adam ilgisini çekmiş. Bir hoşluk olsun diye bazı sorular sormuş ve kaydetmiş. Sosyal Medya’da yayınlayınca bir anda fenomene dönüştü. Herkesin aradığı bir kahraman(!) oldu. Ana haber bültenlerine çıktı. Bizde merak ettik ve izledik.

            

Küçük bir çocuğun öğrenmek maksatlı kitaplara yönelmesinin haber değeri yoktur. İçgüdüsel olarak ve sosyal dokunun bir parçası olması sebebiyle her şeyi merak etmesi tabidir. Öyle ki küçük çocukların, bir dönemlerinde ebeveynlerini en çok ‘Bu ne?” sorularıyla alt üst ettiklerini bilmekteyiz. Merak insanın doğasında vardır. Zihnimizi meşgul eden binlerce sorunun cevabı, mürekkep ve talaş kokusu ile cazibe merkezi olan parlak ciltli kitap sayfalarında saklıdır. Minik Atakan, doğru bir kanal bulmuş ve kendini salıvermiş bu ummana…

            

Buraya kadar her şey normal... Ancak bizde günlük, televizyon izlemeye 6 saat, internete 3 saat, kitap okumaya 3 dakika ayrıldığı düşünülürse, minik Atakan’ın bu merakı elbet dikkat çekicidir. Ama ötesi var. Bu çocuk felsefe okuyor! Felsefeye merak salmak varoluşun, hayatın, bilginin sırları ile yüz göz olmak demektir... Beş ayda iki yüz elli felsefe kitabı okuduğu iddiası, mübalağadır muhtemelen. Fakat o yaşta bir çocuğun değil eserini okumak, Spinoza’nın ismini bile bilmesi gerçekten hayret vericidir.

            

Nietzsche’nin ismini Fakültenin ikinci yılında duydum. Özellikle “Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli eserinin mutlaka okunması gerektiğini nasihat etmişti bir büyüğümüz. Tedarik ettim. Okudum. Aklımda kalan yüzlerce vecize niteliğinde cümle oldu. Ancak ne söylemek istediğini ve kurduğu metaforu anlamadım. Aradan yıllar geçti. Meslek hayatımın ilk yıllarında kötü bir tercüme elime geçti. Yine anlamadım. En son otuzlu yaşların ortalarında, öncesinde bazı eserlerini de okuduğum halde, tekrar aynı eseri, güzel bir tercümeden okudum. Yine de bu büyük Filozofu anladım diyemem…

            

Şimdi bu minik çocuk, aynı eseri okuduğunu iddia ediyor! Aşağılık kompleksim olduğundan herhalde: ”Hadi canım sende! İsmini ezberlemiş, caka satıyor yumurcak…” dedim. Haklı olmayı isterdim. Fakat değilim! Nihilizm sorusu üzerine yanıt verirken gözlerindeki ışığı ve yüzündeki o mütefekkir ifadeyi görünce şaşırdım. Hakeza anarşizm, demokrasi ve evrim konusundaki söyledikleri inanılır gibi değildi. Bu çocuk okumuyor sadece… bir muhakeme süzgecinden geçirerek fikri üretim yapıyor!

            

Çocuk deha mı? Şarkın yüzyıllardır ıskaladığı aydınlanmanın habercisi, yerli ve milli İmmanuel Kant mı? bilmiyorum… Anladığım kadarı ile bu çokbilmiş (!) küçüğün eğitimi nasıl olmalı sorusundan önce, alanında zirve olmuş çocuk psikoloğu ve pediatri uzmanları tarafından esaslıca tetkik edilmeli. Zekâsından önce ruh dünyasının fotoğrafı çekilmeli…

            

Kendim bir kanıya vardım iki üç gün içerisinde. Sosyal Medya ve bazı ulusal kanallarda yapılan yorumları görünce, çocuğun bu toplum içerisinde, bir deha olduğunu kolayca kabullendim. Minik afacanın ahlakını yargılayanları mı, İllumünati’nin bir projesi olduğunu iddia edenleri mi, ateistlerin din karşıtı yeni bir oyunu olduğunu söyleyenleri mi ararsınız? Abuk sabuk binlerce yorum! Bu kadar aptal ve cahil arasında, sanırım Atakan’ın bir deha olduğunun kabulü gerekir…

Etiketler : Uğur Alkuş
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.