NİÇİN OKURUZ?

“Okumalıyız… Neden? Kültürlü olmak için.” Öyle midir acep? Burada Fransızların kullandığı manada “Culture” den bahsediliyor. Yani bilgili ve incelmiş zevklerin sahibi olma durumu. Sosyolojide kullanılan mana ise daha geniş... İnsanoğlunun uzun yıllarda edindiği, maddi ve manevi birikimin, değerlerin, tecrübenin, usul ve vasıtaların tamamı ifade ediliyor. Kavramın muhtevası,  dinden felsefeye, güzel sanatlardan teknolojiye kadar sahip olduğumuz bütün varlığımızı kapsamaktadır. Dil hariç! Zira dil, kültürün taşıyıcısı durumundadır. Tıpkı fen bilimleri denilince akla ilk gelenin matematik olması gibi. Galatı meşhurdur. Matematik bir fen bilimi değildir. Evrenin dilidir. Tanımlayıcı ve taşıyıcısıdır.


Birde medeniyet mevzuuna girecektik. Ama baktık konu dağılacak. Neyse…. Soruya dönelim: Niçin okuruz?

            

Mecburiyetten okuruz. Gelişip serpilmek ve var olmak için okuruz. Nedenini Aydınlanma Çağı’nın dahi çocuğu Rousseau söylesin: “Zayıf doğar, güce ihtiyaç duyarız; muhtaç doğar, yardıma ihtiyaç duyarız; aptal doğar, öğrenmeye ihtiyaç duyarız. Doğumumuzdaki eksikliklerin ve yetişkinliğimizdeki ihtiyaçlarımızın çözümü eğitimdir.”

            

Bilmemenin, yani kör bir cehaletin varlığımıza yönelttiği tehdide karşı yegâne silahımız, öğrenmektir. Öğrenmenin yolu ise okumaktır. Tek yolu değil şüphesiz. Ama en etkili ve yaygın olanıdır... Gezerek öğrenmek diğer bir metot. O da yanlış anlaşılmış! Kastedilen görerek ve duyarak öğrenmek. Baktığı halde göremeyenler, işittiği halde duyamayanlar için geçerli değil bu yol. Ezcümle; Granada’yı gezip, Elhamra Sarayı’nın duvarlarında “Allah’tan başka galip yoktur” yazısını okuyup, varoluşun etik ve felsefi sorgulamasını yapamadıysanız, aslında hiçbir şey görmediniz ve öğrenemediniz demektir.

            

Diğer taraftan okumak sadece bilgi istiflemek anlamına gelmez. Başka dünyalara açılan kapıdır. Yeryüzü ve evrende yalnız olmadığımızı anlarız. Başkaca hayatlar vardır ve fark etmenin vasıtasıdır okumak. Ruhsal alemin zenginleşmesinin ve belki de en önemlisi empati yapabilmenin, yani insan olabilmenin basamaklarıdır, bitirdiğimiz her kitap…

            

Okumak, görmek ve duymak gibi rutin bir işlem değil beyin için. Aktive eder nöron hücrelerini ve aralarındaki elektrik akımını. Okumak, öğrenmeyi zaruri kılar ve ikisi birbirini besler. İnsandaki o muazzam potansiyeli, şaha kaldıran kırbaçtır, kitaplar…

            

Bir şikâyette “Okuyorum, ama unutuyorum.” dur. Hayır! Gerçekte, eğer okumayı öğrenmişseniz, hiçbir şeyi unutmazsınız. Onlar irademize meçhul bir depoda muhafaza edilir. Bir gün siz daha fark etmeden düşünce veya hayatınıza nüfuz eder. Nereden geldiğini dahi bilmeyiz. Okuduğumuz kitapların özeti oluruz adeta…

            

Bu basit bir taklitten çok ötesidir. Gerçi bilginin genel karakteri; depolama, kopyalama ve iletilmesinden ibarettir. Bin yılların bilgisini taşıyoruz her birimiz. Lakin öğrendiklerimizden farklı olmadığımız anlamına da gelmiyor. Yediğimiz portakala benziyor bu. O bizde, içimizde bir yerlerde… ve fakat hiç birimiz portakal değiliz! Tıpkı okuduğumuz kitaplar gibi: Hepsi beynimizde; ama biz henüz kapağı dahi aralanmamış, yepyeni kitaplarız…

Etiketler : Uğur Alkuş
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.