Son zamanlarda izlediğim YouTube kanallarından biri, Mor Koyun TV… Yapımcısı, yönetmeni, kameramanı ve sunucusu Erdal Karadağ. Mesleği göçer çobanlık. Yani bir bölgede değil her sene… Doğu Anadolu meralarında geziyor. Baharla birlikte sürüsü ile dağlara çıkıyor. Kasım ayına kadar, ailesi ile birlikte, kiraladığı yaylada hayvanlarını güdüyor.
Senaryo yok, kurgu yok, aktör yok… Yaşamın günlük rutini içindeki insanlar kadrajında. Çobanlar, çocuklar ve obadaki kadınlar… Ara sıra kendini ve ne yaptığını merak eden, uzaklardan gelen misafirleri oluyor. Bir Alman kadın vardı mesela… Ülkesinde yün işiyle ilgilenen ve on gün süren göç yolculuğunda sürüye eşlik etmek için binlerce kilometrelik mesafeden gelen… Sonra İstanbul’da bambaşka bir işi olan, ama Erdal’ın macerasını kaçırmak istemeyen, dağlara âşık bir adam. Tatilini bu sert ve acımasız coğrafyada, elinde değnekle, koyun peşinde geçiriyor. Geçen bir youtuber gördüm. O da Anadolu çoban köpeklerine meftun. Çoban Erdal’ı ziyarete geldi. Ölümün ayırdığı “Hırço” isimli dostunun tesellisi olur diye başka bir Kangal getirdi.
Dekor içinde aktör olarak görünen insanlar bunlar… Fazlasının burada anlatacak bir hikâyesi yok zaten. Geride Erdal’ın kamerasının içine giren hayvanlar var. Köpekler, koyunlar, kuzular, eşekler, atlar… Amansız bir mücadele içinde oldukları kurtlar ve bazen ayılar… Rengârenk kuş, envaiçeşit böcek ve sürprizlere açık vahşi tabiat, tabloyu tamamlıyor.
Eşek bildiğimiz eşek! Tüm yük sırtında. Dağ bayır sürünün yanında ve çobanın emrinde… Yerken ve yatarken koyunlarla eş… İtibarda da… Davardan beklenen otlayarak doymasıdır. Ama dağılmadan, düzeni bozmadan ve çobanı üzmeden… Yanlış otlağa girer ya da yanlış yerde uyursa, değnek sırtındadır. Kaderleri hep aynıdır: Etlenmek ve kasabın bıçağına boynunu uzatmak. Atın da benzer görevleri var. Ama eşeklere göre biraz daha muteber. Kısrağın bir ismi var mesela: Ezgi… İkisinin özel bir adı yoktur. Koyun koyundur eşek de eşek. Sürüde imtiyaz köpeklerindir. Efendisine olan itaati ve sürüye olan sadakati onları görünür kılar. Başları okşanır, sırtları kaşınır. İsmi ile çağrılır. Namı ile anılır. Cesaretleri anlatılır… Sanki hiç uyumazlar. Sahibinin verdiği ile doyarlar. Korudukları kadar korunurlar.
Çoban Erdal filozof yanı ile, bu varoluşsal sorunların farkındadır. Hayatı ve doğayı sorgular. Tüm bu hengâmede kendi içine de bakar. Birey ve toplum hakkında çıkarımlar yapar. Müşfik bir yanı vardır. Ama köpeklerine gösterdiği bağlılık ve şefkati, koyunlardan esirger. Gerçekçidir… Bilerek ve isteyerek hislerini karıştırmaz. Koyun ile kurduğu bağ, menfaate dayanır. Köpekler ise bu ıssız dağlarda, çobanın yoldaşı, kader ortağıdır. Can ve malının teminatıdır adeta… Minnet duygusu, vefa ve sadakati besler.
Erdal yedi yıl süren zindan hayatında, okumak ve düşünmek için çok zaman bulmuş. Duvarla önü kesilen avluda yürürken ve dikdörtgen biçimli gökyüzüne her baktığında kararını vermiş:” Tekrar özgürlüğüme kavuştuğumda, önümde hiçbir engel olmadan, dizlerimin beni götürebildiği kadar yürüyeceğim. Ve başımı kaldırdığımda sonsuz bir gökyüzü göreceğim” demiş. Cezaevinden çıkıp, şehirde beton ve insan kuşatılmışlığında tutsak kalacağına, dağlara, yani gerçek özgürlüğe adım atmış… İzlemeğe değer öyküsünü de paylaşarak.