İKİ CAN BİR İNSAN…

Farsça ‘da iki canlı demekmiş, Dücane… Arapça kökeninin hikâyesi uzun. Sahabeden etkilenen babası koymuş ismini. İranlıların dilindeki mana ise çok özel. Felsefi derinliği var. Diyalektik bir bakışın remzi gibi… Şimdiyi ve sonrayı, soyut ve somutu çağrıştırıyor.
    Dücane Cündioğlu’dan bahsediyorum. Bu aralar dikkatimi çeken iki isimden biri. Diğeri Kemal Sayar Hoca… Uzun zaman önce, kişisel gelişim üzerine yazanlarla epey uğraştık. Hayatımıza giren “ Yaşam Koçları”  Robin Sharma ile popüler oldular. Okuduğum dönemde satacak bir Ferrarim yoktu. Hatta otomobil sahibi bile değildim! Hepimize gına geldi tabii… Bıraktım o tür kitapları elimden… Şimdi öyle bir eser gözüme çarptığında, Fuzuli’nin “Rind ü Zahid” isimli manzum hikâyesi gelir aklıma. Rind babasına, sahip olmadığı kudreti terk etmenin, tatmadığı hazlardan iğrenmenin nasıl bir erdem olabileceğini sorar. Kemal Hoca’yı ekranda ilk gördüğümde : “Al sana yeni Zahid!” dedim. “Kendine İyi Bak” isimli kitabını da aynı önyargı ile inceledim. Yanıldığımı anladım. Neyse, başka zamana bırakalım…
    Cündioğlu’nu ise uzun zamandır unutmuştum. İkamet ettiği adrese ait bir gazetede, biraz estetik ve felsefeye meraklı, süslü cümleler kuran bir yazardı. Tıpkı üstatları Mehmet Şevket Eygi gibi… Birkaç yıl önce, kendilerinden olmayan bir haber kanalının programında görünce merak ettim, izledim.  Acaba yeni bir şey var mı, diye…  Sonra başka konuşmalarını da internetten dinlemeye başladım. Farklı bir bakışla farklı şeylerden bahsediyordu. Zincirlerinden kurtulmuş gibiydi… “Akif’e Dair” isimli kitabını okuduğumda, ilk bölümlerini edebi olarak beğendim. Deneme yazılarıydı bunlar ve lirizmi çok iyi yakalamıştı. Sonraki yazılar, makale türünde olduğu için yavan geldi. Muhtevası da eski mahallesinde yeni bir şeyler bulma sevdasında olduğu dönemin izlerini taşıyordu…
    Cündioğlu, delice tecessüsünü bir ironi ile anlatıyor. Kırk yıl önce bir mevzuda, birkaç söz etmek istemiş. Bir halt bilmediğini, haddini ise hiç bilmediğini söylemişler. İyi de etmişler! O günden sonra alakalı alakasız, lüzumlu lüzumsuz her konuda okumuş, araştırmış ve düşünmüş. Bu öğrenme oburluğu, onu bir münzevi yapmış. Uzun bir süre insanlardan kopmuş. Öyle ki bazen günde on on beş saat okuyormuş. Birkaç yabancı dil öğrenmiş ve bazı ülkelerde epey kalmış. Gençliğinde siyasi bir sebeple hapse girmiş. Üç dört yıl kadar yatmış. Zannediyorum bu merak ve inat, o çileli günlerde doğmuş. Önce Milliyetçi, sonra İslamcı olmuş. Tam eski arkadaşları iktidar olduğunda, bu sefer filozof olmuş. Bazıları felsefeyi öğrenmeyi, filozofların düşüncelerini okumak olarak algılar. Hâlbuki aslolan felsefe yapmayı öğrenmektir. Dücane Bey, bunu öğrendiği ve hür akla intisap ettiği için, şimdi özgür… Ve artık: “Dün dünde kaldı cancağızım/ Bugün yeni bir gün/ Yeni şeyler söylemek lazım” demekte ve hakkını vermektedir.
    Eski mahallesini tekmelediği için mi muteber? Yoksa inancını kaybettiği için mi artık popüler? Bu tenkitlere kendi cevap veriyor. İlkini karakterine yakıştırmıyor. Böyle bir bakışı aydınlanma değil, adamlık sorunu olarak görüyor ve reddediyor. En yakınlarını ve hayatını şahit gösteriyor. Diğeri için, belki hepimize misal bir izahta bulunuyor. İnançlarını, inancın kendisine öğrettiklerini ve paylaştığı kültürü birbirinden net bir şekilde ayırıyor. İlkini saf bir değer olarak ancak kendimde muhafaza ederim, diyor. Ne başkasına dikte eder, ne de rasyonalize etmeye çalışırım. İkincisini tamamen ussal bir şekilde irdelerim. Hakikate sadece ve sadece akılla ulaşabileceğime inanırım. Anlatılan her şeyi eleştirel bir aklın süzgecinden geçiririm. Sorular sorar ve cevapları aklın kantarına çıkarırım. Son olarak tüm düşüncelerim haricinde, ben bu toprakların çocuğuyum. Bir inançla büyüdüm ve bu inancın bilgisini edindim. Kullandığım dili buna göre ayarlarım. Kelimelerimi sahip olduğum kültüre göre seçerim. Ölene, Allah rahmet etsin, derim. Işıklar içinde ol demem. Ya da, Cenabı Allah Hz. Peygamber’e buyurdu ki, diye başlarım. Bunların saçma olup olmaması, öznel, sübjektif olması önemli değildir. Bunların inanıp, inanmıyor olmakla da ilgisi yoktur. Bir arkadaşımın çocuğu ölmüşse, kendi dilimizle teselli eder ve sabır dilerim. Allah verdi ve  aldı, derim. Normali de budur, diyor.
    Cündioğlu, belki birçok kimsenin altından çıkamadığı, sürekli kafaların karıştığı meseleleri berrak bir vuzuhta izah etmektedir. Fanatizm ve taassuptan uzaklaşmıştır: “ Düşüncelerim insani bir çabanın ürünüdür. Eleştirilerinizle beni ikna ederseniz, hemen düşüncelerimi değiştiririm. Böyle yapmakla da hiçbir şeyden çıkmış olmam. Hatta size müteşekkir olurum”  kemaline ulaşmış bir düşün insanımızdır. 
    Çölde bir vaha gibi, iki canlı Cündioğlu… Bir umudun elçisi, irfan bol olduğu…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.