HOŞGÖRÜ!

“Beşikler vermişim Nuh'a

Salıncaklar, hamaklar,

Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,

Anadolu’yum ben,

Tanıyor musun?”

Şair Ahmed Arif böyle anlatmıştı Anadolu’yu…

Anadolu ki; İnsanoğlunun var olduğu ilk günden beri bir çok inanca kol kanat germiş ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmış topraklar… Gökyüzü kadar engin inanç hoşgörüsüyle, gökkuşağının renklerinden daha ala renkte kültürlerin beşiği… Antik çağlardan Osmanlıya, Osmanlıdan günümüz Türkiye’sine miras kalan hiçbir anlamda değer biçilemeyecek kadar değerli topraklarımız…

 

 

 

İnanç hoşgörüsü diye yazdığım da biraz duraksadığımı fark ettim. Utanarak belki de kanımı böylesi kıpır kıpır eden bir gerçekte kelimelersiz kalabileceğimi anladım. Osmanlı'nın kıtalara yayılmış hükümdarlığında yüz yıllarca bir arada yaşayan, kurtuluş savaşında omuz omuza savaşarak emperyalist güçleri bu topraklardan atan fakat şimdi o  medeniyetlerin beşiği, ortak anavatanımız da yaşarken bihaber olduğumuz komşularımız, dostlarımız, tarihten bugüne kadar kız alıp verdiğimiz akrabalarımız…

 

 

 

Gayri Müslümler ve diğer dinsel azınlıklar... Hristiyan, Musevi, Yezidi, Alevi, Nusayri...

 

 

 

Hoşgörü dini İslam toplumu olarak dinimiz adına ne kadar hoşgörülü olabiliyoruz diye kendi kendime sorguladım. Yüzyıllardır aynı ortak kaderi paylaştığımız kadim dostlarımızı ne kadar hatırlıyoruz veya haklarında ne biliyoruz? Gelin bu kopmaz bağlarla bağlandığımız dostlarımızdan kısaca bahsedelim.

 

 

 

Din konusu insanlık tarihiyle birlikte ortaya çıkmış bir olgudur. İlk insandan günümüze gelene kadar çeşitli şekillerde çok tanrılı dinden, tek tanrılı dine uzayan bir süreç geçirmiştir. Toplumlar bu süreç içinde dinlerden etkilenmişler ve dinler toplumlar üstünde baskı ve hatta hüküm niteliğinde tabuları da beraberinde getirmiştir. Toplumların dinle birlikte birbiriyle kaynaştığı görüldüğü gibi din uğruna son derece yıkıcı savaşlar da yapılmıştır. Din, sosyolojik açıdan da özellikle incelenen bir konu olmuştur. Bu derece toplum üstünde egemenliği olan gücün yaşamımızın her alanında karşımıza çıkmaması mümkün değildir.

 

 

 

Dini anlamlandırabilmek açısında hatırlatıcı bir paragraf açarak ne olduğu üzerinde birkaç cümle ile ifade gereği gördüm. Konumuz dini sosyolojik olarak irdelemek de değil zaten. Bu da ancak başka bir yazı da paylaşıla bilinir. Bugün burada özellikle ülkemiz topraklarında ki renkliliği yazmak istiyorum. Bu topraklarda yüzyıllarca kader birliği yaparak kardeş kardeşe yaşamış tüm halkların inanç özgürlüğü her zaman önceliğimiz olacak kadar değerlidir. Azınlık olarak nitelenen inançların en önemli kültürel mekânları da bu topraklardadır. İstanbul Balat'da ki Fener Rum patrikhanesi ve Kumkapı'da ki Ermeni Patrikhanesi Ortodoks mezhebinde ki Hristiyanlar için son derece önemli kurumlardır. İzmir’in Selçuk ilçesinde ki Meryem Ana Evi, Hz. İsa’nın çarmıha gerilişinden sonra (Hristiyan inanışı bu şekildedir) Meryem Ana'nın gelip yaşadığı son yer olması açısından Vatikan tarafından kutsal bir yer olarak ilan edilerek Hristiyanlar için hac mekânı olarak kabul edilmiştir. Dünyanın her tarafında ki Hristiyanlar Hac görevlerini yerine getirmek için bu kutsal mekânı ziyaret ederler. Doğu Roma imparatorluğunun en büyük kilisesi olan ve sonra camiye çevrilerek Ayasofya cami adını alan Ayasofya kilisesi de İstanbul'da yer almaktadır. Aslında kiliseleri tek tek yazmaya kalksak sanırım birkaç yazı yazmamız gerekecektir. Bu yüzden sadece belli başlı ayrıntıları yazmayı fayda gördüm.

 

 

 

Ülkemizin demografik yapısında ki Hristiyan vatandaşlarımızın Mardin’den(Süryaniler) İstanbul’a, İzmir’den Trabzon’a, Kayseri'den Hatay’a kadar çok çeşitli illerimiz de yaşadıkları bilinmektedir. Nüfus olarak çok olmasalar bile Hristiyan cemaatinin topraklarımızda ki varlığı son derece eski dönemlere dayanmaktadır ve gayrimüslim olarak en çok nüfusa sahip inanç toplumudur.

 

 

 

Nüfus bakımından Hristiyanlardan sonra gelen gayrimüslim toplum olan Musevilerin ibadet yerleri olan Sinagog(havra)’ların en büyükleri Osmanlı'da nüfusun yoğun olarak yaşadığı İstanbul ve İzmir de bulunmaktadır. Antakya, Çanakkale, Ankara ve Adana’da da Sinagoglar mevcuttur. Museviler Sinagoglar'da eğitim faaliyetlerini sürdürürken, bir yandan da ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak adına sosyal yardım kurumu gibi çalışmaktadırlar. Museviler çok dağınık yaşamayan bir toplumdur. Bundan dolayı ülkemizde yukarda belirttiğimiz iller dışında hatırı sayılır nüfusları yoktur.

 

 

 

Aleviler bazı kaynaklar tarafından İslam’la ilişkilendirilmek istenmese de İslam dinin bir mezhebidirler. İbadet yerleri Cem evidir. Son yıllarda ülkemizde birçok il de Cem evleri yapılmış ve ibadetlerini buradan sürdürmektedirler. Ülkemiz coğrafyasında hemen her il de Alevi inancına mensup yerleşim yerleri bulunmaktadır. Osmanlıdan günümüze kadar son derece önemli bir nüfus oranına sahip toplumlarımızdan biridir. Siyasi çalkantıların içerisinde en çok kalan Alevi toplumu nüfus olarak bu ülkenin en büyük azınlığına sahip mezheptir. Kürt, Türk, Tahtacı Alevileri yanı sıra ülkemizde Nusayri olarak adlandırılan nüfus ise Arap Alevileridir. Nüfus yoğunluğu olarak Antakya, Mersin ve Adana gibi illerde yaşamaktadırlar.

 

 

 

Yezidiler bu toprakların en eski toplumlarından biridir. Haklarında belki de en az bilgi sahibi olduğumuz Yezidi toplumu bilgi alınan *kaynağa göre en fazla göç eden toplumdur. Yezidilerin son köyleri Batman’ın Beşiri, Mardin’in Midyat, Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçelerinde bulunuyor.( *Bzk. Atlas dergisi) Yezidiler kendi toplumları dışında evlilik yapmadıkları için ülkemizde yaşayan diğer toplumlarla etkileşimleri çok yakın olamamıştır. Ülkemizde ki en az nüfusa sahip azınlık inanışıdırlar.

 

 

 

Renklerin bu kadar güzel bir şekilde harman olduğu ülkemizde kardeşçe yaşamak kadar huzur veren bir gerçek olmadığı ortadadır. Her toplum nüfus yakınlığı bağlamında birbiriyle kız alıp vermiş ve kan bağları ile kopmaz bağlar oluşturmuştur. Demografik olarak her birini ayrı ayrı şu kadar nüfusa sahip diyerek rakamlarla ifade etmenin son derece anlamsız olacağına inandım. Önemli olan onların ne kadar sayıda oldukları olmamalı. Bizlerin tarihten bugüne kadar gelen dostluk, akrabalık ve sevgi bağlarımız bu rakamların çok daha üstünde bir yerdedir.

 

 

 

Hoş görü dini olan İslam’ın hüküm sürdüğü bu coğrafyada, azınlık halkları ve inançları kucaklamak onlarla huzur içinde yaşamak inancımızın güzelliği ile açıklanabilir. Siyasi ve ideolojik ön yargılardan uzak, kardeşçe ve bölüşerek değerlerimizi yüceltmek ülkemizi daha aydınlık ve daha güçlü bir geleceğe taşıyacaktır. Anadolu kültürü bu farklılık ve renklerle dünya üzerinde eşi benzeri olmayan değerde mükemmel bir mozaiğe sahiptir. Her bir toplum bir renktir ve parçamızdır. Parçalarımızdan birinin eksik olduğu bir mozaikte görüntü eksilecek ve bütünlüğünü kaybedecektir.

 

 

 

Kısaca birimiz eksik olursak biz asla biz olamayacağız. Anadolu toprakları o vakit değerini ve anlamını yitirecektir. Bizi değerli ve farklı kılan şey, medeniyetimize sahip çıkmak olacaktır. Ve bu farklılık gelecek nesillere ve dünya kültür tarihine bırakacağımız en büyük miras olacaktır.

 

 Bilgiyle kalın

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.