Bir Valinin Ardından..

“Bir sefer kapı açıktır. Valiyken de kaymakamken de. Çünkü vatandaş, biz vatandaşın hizmetkarıyız, vatandaşın patronu falan değiliz. Çünkü ben yıllardır patron devleti değil hizmetkar devleti savundum. Yani devlet hizmet örgütüdür, onun adamları da hizmetten sorumludur. Yani bu anlayışı meslek yaşamıma her kademesinde uygulamaya çalıştım.”

 

 

 

Bu sözlerin sahibi; sisteme, bürokrasiye, klasik devlet anlayışına karşı koyan, merkezi hükümete sözünü esirgemeden halktan yana duran rahmetli Vali Recep Yazıcıoğlu’nun ta kendisidir.

 

 

 

Aslında bir hukukçudur ama hukuk adamı olmak yerine girdiği kaymakamlık sınavını kazanıp 23 yaşında kaymakam olmuştur. Kaymakamlık yaptığı ilçelerde yaptığı çalışmalarla ilgi çekmiş ve 36 yaşında Türkiye’nin en genç Valisi olarak Tokat’a atanmıştır. Tokatta imece usulü halkın katılımını da sağlayarak kendisi de inşaat alanlarında şantiye şefi gibi çalışarak binlerce derslikli okullar yapımını sağlamıştır. Merkezi hükümete olan eleştirileri onun Aydın’a sürülmesine sebep olmuştur. Aydında birilerinin işini yapmadığı için Erzincan’a sürülmüştür. Gittiği her yeri sürgün değil de görev alanı sorumluluğu ve bilinciyle güzelleştirmek ve hizmet vermek adına mücadele etmiştir. Erzincan da 30 yıldır yapılmayan köprüyü yine halkın katılımını sağlayarak kısa bir sürede tamamlamıştır. Ardından Denizli’ye sürgün edilmiş ve sonrasında 2003 yılında şüpheli bir trafik kazasında aramızdan ayrılmıştır.

 

 

 

Aslında kendisini uzun uzun yazmak isterdim. Görev yaptığı her ilde adı halen saygı ve özlemle anılan; adına filmler yapılmış, kitaplar yazılmış ve yaptıkları ile üniversitelerde tez konusu olmayı başarmış bir adamın hayatı kısacık anlatılmaya sığmayacaktır.

 

 

 

Türkiye tarihine adını unutulmaz bir kişilik olarak yazan Vali Yazıcıoğlu, son yıllarda gördüğümüz vatandaşı azarlayan Valiler örnekleri ile yokluğunu daha çok hissettiren bir isim olmuştur. Bugün bu yazıyı yazmamda ki sebepte tam da bu hislerdir.

 

 

 

Vatandaşa hakaret ederek konuşan ve azarı bitmeyen Adana Valimiz vardı bir dönem. Sokakta sürekli etrafında ki halka azar ve böbürlenme ile bağıran Uşak Valisi; bir konferansta karşısında ki öğretmeni oturuşunu beğenmediği için azarlayan Konya Valisi ve son olarak da şehirde denetim yaptığı sırada kendisini tanımayan ve el pençe durmayan dönerciye işini yapmaya devam ettiği için eldiven takmadığını bahane ederek (ki döner ustalarının eldiven takmaması gerekmektir) işletmeyi kapatın diye böbürlenen Denizli Valisi..

 

 

 

Bürokrasi ve protokolü geri kalmışlık olarak nitelendiren ve makam odasının kapısına “kapıyı vurmadan girin” yazısı astıran “vatandaşımın hizmetkarıyım patronu değil” diyen , halkın en büyük güç ve değer olduğunu savunan, vizyon ve misyon sahibi bir Validen kendini halkın efendisi sanan Valilere geldik ne yazık ki..  Elbette görevini layığı ile yapan son derece iyi Valilerimizde var. Onları burada tenzih ettiğimi altını çizerek belirtmekte fayda olduğunu düşünüyorum.

 

 

 

Ankara’yı tayin ve terfi dışında dünden bugüne etkin politika yapamamakla eleştiren Yazıcıoğlu, yarına da bu şekilde gidilirse bunun devam edeceği konusunda sert eleştiriler de bulunmuştu. Şimdi geldiğimiz noktada ne demek istediğini canlı canlı yaşarken ne kadar haklı olduğunu görmenin utancındayız. “Beni buraya kim getirdiyse onun kölesiyim” zihniyeti olduğu sürece de bu zulüm devam edecektir.

 

 

 

Kibir ve tepeden bakmalarla ne il yönetilir ne de halk. Halk bir devletin var oluş sebebidir ve devlet halkına yaşamak için gerekli şartları sunmak için vardır. Mevkiisi, makamı ne olursa olsun hiçbir isim halktan daha yüksek bir yerde değildir. Toplumsal baskı ve merkezi yönetiminde dayatması ile yapılan özürlerin de bu noktadan sonra hiçbir anlamı yoktur.

 

 

 

Unutulmasın ki önemli olan devrin adamı olmak değil her devir de adam olarak anılmaktır. Yarına gidecek olanlar halkın yanında olan adamlar olacaktır. Diğerleri de yaptıkları ve yapmadıkları ile tarihin çöplüğünde ki yerlerini alacaklardır..

 

 

 

Son olarak;

 Türk basınının duayenlerinden, sözünü güçlü ve cesurca kaleme alıp dile getiren ve bu sebeple dokuz köyden kovulup “Onuncu Köy”ü kuran üstat abimiz Bekir Coşkun’u yakalandığı kanser hastalığından kaybetmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Yeri zor doldurulacak cesur bir gazeteciydi kendisi.  Mekanı cennet olsun.

 

Bilgiyle kalın...

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.