BİR MÜNZEVİNİN ARDINDAN…

“Çile” der büyük Mütefekkir, “ ...ümitsiz ve tesellisiz azabın, sürekli olmasıdır.” Ve “…çile yalnız çekilir. Yanınızda bir başkası olursa çile, çile olmaktan çıkar…”.  Bu satırlar merhum Nurettin Topçu’nun kaleminden 1961 yılında damlamıştır. Merak etmiştim:  “Acaba bu denemeyi yazarken, gözlerinin önüne ATSIZ gelmiş midir?”. Tanışırlar zira bütün münzeviler gibi. Çileye talip olanların, ulu bir yalnızlığı tercih edenlerin cismen olmasa da ruhen tanışık olduklarını bilirim. Tıpkı Dostoyevski ve Tolstoy gibi… Ulvi sanatlarını karşılıklı bilir ve takdir ederler muhakkak ama, hayattayken hiç biraraya gelmemişlerdir. Dostoyevski’den daha uzun ömür dilenmiş olan Tolstoy’un, bir tren garında vefat ettiği zaman elinde “Karamazov Kardeşler’in” bulunduğu rivayet edilir. İşte büyük Mütefekkir Topçu :”…sen bir kula çile çektirip ondan bir alem çıkardın, bir paslı demiri bir kılıç yaptın…” derken, ATSIZ’ dan mı bahsetmekteydi?
Bir insan eğilip bükülmeden nasıl yaşarmış, soğuk bir 11 Aralık günü, musallanın başında hazır olan Gemuhluoğlu ifade eder:” Bu musalla musalla olalı, böyle bir Er Kişi görmedi” diye… Bütün hayatının özetidir bu söz… Eğilmedi, bükülmedi inandığından hiç taviz vermedi… Kimseye “Eyvallah” demedi… Göz kırpmadan saldırıp, asla geri dönmeyi düşünmedi. Sonunu düşünmeyen bir Kahraman olarak yaşadı ve öyle öldü…
Her şeyden birazdı, lakin hiçbirine benzemezdi. Hırçın ve kavgacıydı… doğru… Yazarken Hüseyin Cahit’i hatırlatırdı. Kalemi keskin bir kılıç gibi kullanırdı. Bedii manada “Velut değildi ” diyenlere inat, Bozkurtların Ölümü ’nü yazdı… “Sevemedi” diyenlere inat Geri Gelen Mektubu…
Her devrin menkubu olduğu için, isminin başına “Doktor” unvanı konulmadı. Ancak kendisini tanıyan bütün akademisyenler, eşsiz bir Türk Tarihçisi olduğunda hem fikirdi.
Doktrin ortaya koymadı şüphesiz. Bir duygu adamıydı. Hayatının her safhasında fikirlerini aksiyonla besledi. Binlerle ifade edilen makalelerinde, hemen her mevzuda bir mukaddime yazdı. Kendisinden sonra gelecek mütefekkir, alim ve sanatkarlara rehber oldu.
“Kavgacıydı” dedik. Haykırdı karşı cephede gördüğü herkese… Kimler olmadı ki hasmı: Başvekil, vekiller, edip ve yazarlar… Yargılandı, işkence gördü ama pes etmedi… İşsizlik, parasızlık vız geldi… Ayağa kalkarak kavgasına devam etti. Sadece karşısında olanlar mı? Elbette aynı safta olanlar da  nasibini aldı bu kavgadan: Reha Oğuz, Sadri Maksudi , Necip Fazıl, Türkeş ve daha niceleri… Ayrım gözetmedi ailesine bile… Ne kardeşi Nejdet’i ne de eşi Bedriye’yi kayırmadı. İnanç ve ilkelerine karşı gelen ne kadar engel varsa, çiğnedi geçti…
Ülküsü ve inançları uğruna çağlayan bir nehir olan ATSIZ, yazılarını okuduktan sonra kendisiyle tanışanları şaşırtıyordu. Nobran ve celalli bir adamla karşılaşacağını hayal edenler, son derece mütevazı, kibar, cömert bir beyefendiyi karşılarında buluyorlardı. Onun bütün derdi ve kavgası, genlerine işlemiş bir millet ve vatan sevdası içindi… Kendisi yoktu, Ülküsü vardı… 70 yıllık bir ömre sığdırdığı büyük mücadelesinden, kendisine eğer bir tahsisat düşerse, onu da şahsına bir lütufmuş gibi kabul ederek:
“Vaktiyle bir Atsız varmış…” derlerse ne hoş!
Anılmakla hangi bir ruh olmaz ki sarhoş? 
dizeleriyle talep eyledi. Otağı uçmağ olsun…
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.