EDEPSİZ ÜLKÜCÜLÜK!

Oluyormuş demek! Yozlaşmanın son aşaması bu olsa gerek. İki kişi arasında konuşurken dahi yüz kızartacak sözler, milyonlarca insanın huzurunda pervasızca kullanılıyor! Bu hayâsızlık, sancılı bir dönemde birbirlerine ailesini emanet ederek zindana, toprağa, idama giden bir idealist kadronun,  “Ağabeyliğine” soyunmuş iki ferdi tarafından sergileniyor. Ne acı!

            12 Eylül kanlı darbesinin yıldönümünde, yaşanan onca acının matemini tutacak ve aklıselim ile analizler yapılacak diye beklerken, Ülkücüler bir şamarla sarsılıyor. Türkçülük, genel olarak milliyetçilik, siyasi parçalanmışlık üzerine mazi-hal ve istikbale dair düşünceler ortaya konulması gerekiyordu. Gel gör ki bir sokak kavgasında dahi söylenmeyecek sözlerle irkildik. Namus, iffet, şeref yerle yeksan edildi! Darbı meselde geçtiği üzere: Cemaatin içinden bir âlim ve zahit, ham softa ve kara cahil imamın çam devirerek yaptığı vaazını sinirlenerek böler ve ”Olmadı Efendi!” der. Cahil imam da: ” Bre fesat! Madem beğenmedin sen düzelt!” diye  tepki gösterir. Âlim daha da öfkelenir ve ayağa kalkar: “Ben şimdi bu sözlerin nesini düzelteyim be ey cahil? Bir kere o bahsettiğin Resul, İsa değil Musa idi! Elindeki sopa değil asa idi. Vurduğu yer göl değil deniz idi. Hele arkasından gelen,  Nemrut hiç değildi…” der ve arkasını döner gider…

            Eski bir “delikanlılık” âdetidir. Erzurum’da buna çocukluğumuzda çok şahit olmuştuk. Mahallenin külhanbeyleri,  delikanlıları ters bir durumla karşılaşsalar dahi, eğer hasmının yanında ailesi varsa kötü söz söylemez ve saldırmazdı. “Eyvallah” der ve hesabı atiye terk ederdi. Hasmının bile aile mahremiyetine karşı hassastı… Onun eşi, anası, babası ve çocukları önünde küçük düşmesine sebep olmak “racona” sığmazdı. Sizde, bu cahil ve ilkel (!) kabadayılar kadar bile edep ve nezaket kalmamış!

            Bir siyasi parti liderinin- kim olursa olsun- eleştiriden muaf olamayacağı tabidir. Bu konuda özellikle ideolojik siyasal yapıların açmazları çok fazladır. Söylenecek bir yığın söz bir tarafa, binlerce insanın sevgi duyduğu ve benimsediği bir insanın namus ve onuruna dokunacak şekilde-hatta daha ileri imalarla-  aşağılamak hangi siyasi erdemle açıklanabilir? Ya güya liderini savunma adına verilen o rezil cevap… Bu hadiselere hiç dahli olmayan eş ve çocuğu hakkında sarf edilen o çirkin teşbih… Tüylerimiz ürperiyor! Kokuşmanın ötesinde çürümüş bir ahlak!

            Yazıyı kaleme almadan önce edep ve tevazu timsali bir Ağabeyim aradı. Seksen öncesinin o netameli günlerinde, başından epey hikâye geçtiğini bilmekteydim. Darbe sonrasında, ister sağ ister sol cenahtan binlerce gencin paylaştığı o büyük bedeli ziyadesiyle ödemişti. Şimdi yine tam bir iman ve aynı muhabbetle Milleti için çalışıyor. Yaşanan ve söylenenlerden dolayı çok üzgün… Hiç hak etmediği halde, kendisi gibi nice yaşıtı Ülkücüyü sığaya çekiyor ve ekliyor: ”Bizler kaderin garip bir cilvesi ile, o gün o mücadelenin içerisinde bulunduk. Doğrusu, yanlışı, haklısı haksızı bir tarafa… Ama sonrasında akıl, bilgi ve erdemi ön plana almak ve genç kardeşlerimize yer açmak gerekirken, kendimizi fazlaca ön plana koyduk. Her şeyi biz biliyoruz ve her şeye hakkımız var, dedik. Belki geldiğimiz hazin tablo bizim bu günahlarımızın bedelidir…” dedi. Ah Ağabey! İçerisinde zerre kadar riya bulunmadığını çok iyi bildiğim tevazuunla, yine bizim yüzümüzü kızarttın. Tam 11 yılı, gençliğinin baharından koparıp verdiğin yetmiyormuş gibi, yine bütün hatayı ve günahı kendi üzerine aldın. Sen ve o tertemiz arkadaşlarını düşündükçe: “Acaba sizleri incitmeden, nasıl bir üslupla hayal kırıklıklarımızı yazabilirim.” diye düşündüm. Zannediyorum yine beceremedim… Bu bakımdan eğer “Edepsiz Ülkücü Ağabeyler” sözünden alınacak büyüklerimiz varsa af ola…

            Yıllar önce okuduğum bir hatırat kitabının başında: “… Tetiği çektiğim günün hemen ertesinde yaptığım hatayı anladım. Son derece aptalcaydı yaptığım ve bedeli ağır olacaktı… Ama pişman değildim. Kabul edilmesi zor olsa da, o andaki samimiyetim, bu pişmanlığın önüne set çekiyordu. Hatta yıllar sonra, kurbanımın ve eşinin elini mahcubiyetle sıktığımda bile…” itirafları bulunmaktaydı…

            Biz de o dönemi yaşayan ve belki hatalar yapan, ama tam bir samimiyetle idealleri için mücadele eden o yiğit insanların ebediyete irtihal edenlerini rahmet, hayatta kalanlarını minnet ve şükranla yad ediyoruz. Siz bakmayın bir-iki edepsize! O nesil, adam olmanın ve ülkücü olmanın misallerini, aklımıza bile sığdıramadığımız acılar çekerek, defalarca gözler önüne serdi…

            Ne Sizleri ne de Kahpe Eylülleri asla unutmadık… Edepsizlere rağmen…

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.